" Alıntı Makaleler "
1 yorum
Namaz Kılmıyorsak Biz Neden Yaşıyoruz!?
Kâinatta îmandan sonra en büyük hakikat olan namaz Kur’an’da 70 kez emredilmiş bir şeâir-i İslâmiyedir.
Namazın manası; Allah’ı “Sübhanallah” diyerek O’na yakışmayan her şeyden ve yaratılmışların alâmetlerinden ve yok olmaktan tenzîh ve takdîs etmek, “Elhamdülillah” diyerek ihsan ettiği dünya ve ahiret ni’metlerine şükretmek ve “Allahu Ekber” diyerek bütün isim ve sıfatlarıyla her şeyden üstün olduğunu ilân etmekle hürmet göstermektir. Kâinatta îmandan sonra en büyük hakikat olan namaz Kur’an’da 70 kez emredilmiş bir şeâir-i İslâmiyedir. Ve Resûlullah (asm)’ın “İslâm dininin direği” dediği namaz; çok kıymettar ve mühim olmasıyla beraber ucuz ve az bir masraf ile kazanılabilen ve bütün ibâdetlerin fihristi hükmünde küllî bir ibâdettir.
Allah, şu kâinat sarayını kendisini tanıttırmak için inşâ etmiştir. Namaz, O’nu tanımaktır.
Allah, âlemi kendisini sevdirmek için nihâyetsiz zînetler ile süslemiştir. Namaz, O’nu sevmektir.
Allah, gördüğümüz hârika ihsanlarıyla bize olan muhabbetini gösterir. Namaz, O’na muhabbet ve itaattir.
Allah, görünen nîmet ve ikramlarıyla bize olan şefkatini ilân eder. Nihâyetsiz bir şefkat ise elbette nihâyetsiz bir hürmete layıktır. Namaz, O’na hürmettir.
Allah, yaptığı mükemmel san’atlarla bize gizli güzelliğini gösterir. Namaz, O güzele iştiyaktır.
Allah, benzersiz san’atlarıyla her şeyin kendisine has oluşunu ve kendi kudret eseri olduğunu i’lan eder. Namaz, O’nu tek, benzersiz ve ortağının olmayışını kabul etmektir.
Namaz, yaratılışın asıl vazifesi ve kulluğun esasıdır.
Namaz insanı yokluk karanlıklarından varlık âlemlerine getiren ve onu câmit bir taş, ruhsuz bir ot veya şuursuz bir hayvan değil de eşref-i mahlûkat ve halîfe-i zemin olarak yaratan Allah’a, şükür ve O’nu en üstün bir şekilde övmektir.
Namaz, bütün mahlûkatın ibâdetlerine işâret eden kudsî bir haritadır.
Namaz, yaratılmış olmayı, abd oluşu, âciz, fakir, kusurlu ve fâni oluşu ve elbette ki yaratana muhtaç oluşu kabul ve izhardır. Yani namaz, kulluğun ilânıdır.
Namaz, haddini bilmektir.
Namaz, ibâdetlerin her çeşidini içeren nûrânî bir fihristedir.
Namaz, Allah’ın belirli vakitlerde manevî huzuruna yapılan davettir.
Namaz, mi’raçtır. Her Allahu Ekber bir basamağıdır.
Namaz, Allah’ın kullarına hediyesidir.
Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir bağlılık ve yakınlık, ulvî bir münâsebettir.
Namaz sevgiliyle yapılan kudsî bir sohbettir.
Namaz, her bir ruh ve vicdanın lakayt kalamayıp iştiyak ile yapmak istediği ulvî ve nezih bir hizmettir.
Namaz, fânilere tenezzül ve minnet zilletinden kurtulup Bâki’ye müteveccih olmaktır.
Namaz, bizi unutan ve elimize geçmeyen dünyayı, “Allâhu Ekber” diyerek elimizle arkamıza atıp vefasız dünyaya onu unutmakla ceza vermek ve dertlerimizi kalbin ağlamasıyla rahmet dergâhına döküp, Allah’ın Rahmet kucağına sığınmaktır.
Namaz, Kalp, ruh ve duyguların gıdasıdır.
Namaz, kabrin arkasında devam etmekte olan beşer yolculuğunda bir bilettir.
Namaz, dünyada manevî kuvvet, kabirde gıda ve ziya, mahşerde kurtuluş senedi, sırat köprüsünde Burak’tır.
Namaz, îmanı ışıklandırıp inkişaf ettirendir.
Namaz, Allah’ın büyüklüğünü kalplere yerleştirendir.
Namaz, akılları Allah’a yönelten ve ilahî adalet kanunlarına itaat ettirendir.
Namaz, kâinattaki Allah’a âit nizamı i’landır.
Namaz, kâinat ile ahenktir.
Namazsızlık ise; ilahî düzenden çıkmak, ahengi bozmak ve Allah’ın va’dini ve rahmetini suçlamaktır.
Namaz niçin kılınır?
Aslında Allah’ın yarattığı bir kul olduğunun idrakine varmış bir insan için namazı anlamak o kadar zor olmasa gerek. Zira herkesçe malumdur ki, kulluk; itaattir. Allah’ın meâlen, “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (Zariyât, 56) buyurmasıyla ve daha bir çok âyetlerle açıkça anlaşılan, insanın ibâdetle emrolunmasıdır. Âlemde Allah’ın hiç bir mahlûku gâyesiz, vazîfesiz ve başıboş yaratmadığı âşikardır. Allah, ‘küçük bir kâinat’ denilecek kadar mükemmel yarattığı insana da küllî bir ibâdet vazifesi vermiştir. İbadet; kulluk etmek, itaat etmek manasını taşır. Yani aczini, kusurunu görüp yaratıcının Kudret, Kemalat ve Rahmet’inin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.
Kâinata baktığımızda, Allah’ın, her şeyi, vazifesine uygun bir şekilde yarattığını görmekteyiz. Mesela, bal yapmak ile vazifelendirilmiş olan arı, azaları ve hisleri ile bu vazifeye gâyet münasip yaratılmıştır. Dolayısı ile vazifesi ibâdet olan insanın yaratılışı da, vazifesine elbette münâsiptir ve ibâdeti ister. Elemler ile müteellim, lezzetler ile mütelezziz olmakla korku ve ümit arasında devamlı med-cezir yaşayan insan rûhu, acziyete bürünerek Kudret sahibi yaratıcısına sığınma ihtiyacı hissetmektedir. Madem ibâdet yaratılışımızın gâyesidir. Ve madem namaz ibâdetlerimizin temelidir; kulluğunu idrak eden insan, aklen, rûhen ve kalben yaratıcısına itaat etme ihtiyacını ve iştiyakını duyacak ve “Neden namaz kılıyorum?” sorusuna cevabı “Beni yaratan Allah emrettiği için” olacaktır.
Elbette ki namazın hikmet ve faydaları bildiklerimizden daha fazladır. Fakat biz namazı hikmet ve faydaları için değil, Allah emrettiği ve O’nun rızası için kılarız. Farz-ı muhal namazın faydalarının olmadığı düşünülse bile, bir Müslümanın namaz kılması için Allah’ın emretmesi yeterlidir. Bedîüzzaman Hazretleri’nin ifâdesiyle, “İbâdetin rûhu, ihlâstır. İhlas ise, yapılan ibâdetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır.”
Namazsızlığın sebebi nedir?
“Sabır ve namaz ile (Allah’tan) yardım isteyin! Şüphesiz ki o, (Allah’a) gönülden bağlı olanlardan başkasına elbette ağır gelir. Onlar ki, gerçekten Rablerine kavuşacak ve O’na dönecek kimseler olduklarını sezerler. (katî olarak îman ederler)” (Bakara 45-46) Namazsızlık gaflet ya da inkâr veya îman zayıflığı sebebiyledir. İnkâr, insanın âcizliğini bilmemesidir. Aczini bilmemek, kibri netice verir. Kibir ise, kulun yaratıcısına acziyet itirafı olan secde etmeye mâni olur. Dünyayı, asıl olan âhiret hayatının önüne geçirecek derecede maddiyat ile meşgul olmak ise gafleti netice verir. Gafletin tarifi işlenen günahlardan vicdanın azap duymamasıdır. Gaflet kalınlaştıkça Allah’a muhabbet ve korku azalır. Akabinde îmanın alâmetleri olan başta namaz ve diğer farz ibâdetlere karşı tembellik başlar ve zamanla terke uğrar. Îman da tehlikeye girer. Nitekim Efendimiz (asm), “Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır.” buyurmuştur. (Müslim)
Demek ki, kişinin dînini muhafaza eden en önemli esas namazdır. Lâkin bu çok mühim ve kudsî hakîkate gösterilecek tembellik sebebiyledir ki; namaz, Hz. Peygamberimizin (asm) ümmetine vasiyeti olmuş ve son sözlerinde; “Namazlara dikkat ediniz. Namazlara dikkat ediniz!” buyurarak o şefkatli Peygamber ümmeti için namaz hususunda ne kadar endişelendiğini göstermiştir. (Kenz)
Allah'ın bizim namazımıza ihtiyacı mı var?
Bedîüzzaman Hazretleri şöyle der: “Cenâb-ı Hak senin ibâdetine muhtaç değil. Hem hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibâdete muhtaçsın sen mânen hastasın. İbâdet ise senin mânevî yaralarına tiryak hükmündedir. Acaba bir hasta, o hastalığı hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrarına mukabil, hekime dese: Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun? Bu sözün ne kadar manasız olduğunu anlarsın.”
Günde beş vakit ezanla nihâyetsiz merhamet sahibi Rabbi tarafından manevi yaralarının tedavisi için huzura çağrılan insan, namaza muhtaçtır. Çünkü şuuruyla, aklıyla olmasa da hissen ve fıtraten hissediyor ki: İnsan zayıftır; fakat her şey ona ilişir, onu üzüyor. Âcizdir; fakat düşmanları ve belaları hadsizdir, onu yoruyor. Fakirdir; fakat ihtiyaçları ve istekleri nihâyetsizdir, ulaşamıyor. Hem tembel ve güçsüzdür; fakat hayat yükü ağırdır, taşıyamıyor. Neredeyse kâinatın hepsini sever ve alakadardır, hâlbuki onlar onu terk eder, daima ayrılık acısıyla perişan oluyor. Aklı ona yüksek maksatlar, büyük idealler gösterir. Fakat eli kısa, ömrü kısa, iktidarı ve sabrı kısadır, fâni dünyada yüksek maksatlarına yetişemiyor. İşte bu vaziyetteki ruh; hayat yüküne tahammül, dünyevî işlerin baskısından istirahat ve kendini terk eden fani sevgililere bedel teselli için, Bâkî bir zatla sohbet etmek ister.
İnsanın fâni dünyasına bir parça nur serpecek, istikbâl karanlığını izâle edecek bir sohbet-i bâkî olan namaz, ruh için gereklidir, elzemdir.
Namazı terkedene Kurân'da neden şiddetli tehdid var?
Her nefis (kendi) kazandığına karşılık bir rehinedir. Ancak Ashab-ı Yemin (amel defterleri sağ eline verilenler) müstesna. (Onlar) Cennetlerdedir; birbirlerine suçlular(ın halin) den sorarlar. (Sonra o günahkarları görünce dediler ki:) “Sizi Sakar’a (Cehennemin o dehşetli vadisine) sokan nedir? (Onlar şöyle) dediler: “(Biz) namaz kılanlardan değildik.” (Müddessir 38-43)
Namazı terk eden, öncelikle nefsine zulmeder. Nefsin sahibi ise Allah’tır.
Namazı terk eden, mevcudatın ibâdetlerini göremez, belki inkar eder. Böylece Cenâb-ı Hakk’ı zikretmekle kıymet kazanmış mevcudatı yüksek makamlarından düşürür. Ve namaz -bir subayın kendi bölüğünün yaptığı vazifeleri komutanına bildirmesi gibi- varlıkların zikir ve tesbihlerini insanın kâinatın sultanına takdim etmesidir. Namazı terk eden bu mesûliyetini yerine getirmemekle varlıkların haklarına manen tecâvüz eder.
Namazı terk eden, yaratılışının gayesi olan ibâdeti terk ederek ilâhî hikmete tecâvüz eder.
Yani namazsız insan, Allah’ın abdi olan nefsine zulüm etmesi, mevcudatın manevî hukuklarına ve hikmet-i ilâhiyeye tecavüz etmesiyle kendini şiddetli tehdide müstahak eder.
Namazın makbuliyeti namazda huşû nisbetindedir
Huşû, Allah’ın huzurunda olduğunu, O’nun her an kendisini gördüğünü bilerek hürmet, tevâzu, haya ve huzur içinde ta’dîl-i erkâna riâyetle namaz kılmaktır. Korku ve muhabbetten hâsıl olan bu edep hali, namazın makbuliyeti için esastır.
Avam bir kimsenin -hissetmese bile- bir anlık huşû elde etmesi onu namazın hakikatinden hissedar eder. Namazın derecelerinde mertebeler çoktur. Herkes bulduğu huşû nisbetinde namazın nûrânî hakikatinden hissedar olur.
Huşûu bulmanın öncelikli sebebi, Allah için namaz kılınmaya devam edilmesidir. Sesli ve geniş mekânlar kalp dağınıklığına sebep olduğu için mümkün olduğu kadar namaz esnasında sükunetli ve dar yerler huşû bulmak için tercih edilir. Hazırda mevcut olan bir işin yapılmamasıyla kalpte oluşan dağınıklık da huşûa mani olur. Bunun olmaması için mevcut işin yapılmasından sonra namaza yönelmektir. Zira Resûlullah (asm): “Akşam yemeği hazırlanmış ise, yemeğe namazdan önce başlayın. Yemeğinizi aceleye de getirmeyin.” buyurmuşlardır. Kalbi istila etmiş diğer endişe ve malayâni işlerden kurtulup huşûu bulabilmek için ise, namazda okunan sûrelerin manalarıyla ve namazın mahiyetine dair ilmî mevzulardan istifade edip tefekkür kazanmak gerekir.
Resûlullah (asm) bir kimseyi namazda sakalı ile oynarken gördü ve: “Kalbinde huşû ve hudu’ olsaydı, eli edep üzere olur, azası da kalbi gibi olurdu” buyurdular. (Hâkim, Tirmizî)
Namazın başka bir meşguliyeti barındırmayacağı konusunda ise: “Şüphesiz namazın kendisi başlı başına mühim bir meşguliyettir” buyurmuştur. (Müslim)
Ve huşûu kazandıracak şu tavsiyede bulunmuştur: “Namaz kıldığında dünyaya veda eden kişinin namazı gibi namaz kıl.” (İbni Mace, Hakim, Beyhaki)
Rabbimiz, bizi ve neslimizi namazda mukîm kılsın. Bize ve neslimize namazı sevdirsin. Bize ve neslimize namazı hakkıyla kılmayı nasîb eylesin. Âmîn.
Namazın vaktinde kılınmasının gerekliliği
Namaza şevkle kalkarak vaktinde kılınmasında Allah’ın rızası bulunduğu için ehemmiyeti büyüktür. Fahreddin-i Râzî Hazretleri, namazı vaktinde kılanın dünya hırsı ve emelinin olmayışını şâyet dünyaya muhabbeti olmuş olsaydı; dünya işlerini terkederek, âhiret işlerinden olan namaza sürat etmeyeceğini söylemiştir. Namaza tembel tembel kalkmak ise Kur’ân’da münâfıklara ait vasıflardan zikredilmiştir.“Hem (onlar) namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar” (Nisa, 142)
Sa’d bin Ebî Vakkas (ra) der ki: “Resûl-i Ekrem’e (asm):
“Allah Azze ve Celle’nin ‘onlar kıldıkları namazdan gâfildirler (Mâûn, 5)’ âyetinden maksat kimlerdir?” diye sordum. Resûlullah (asm):
“Onlar namazlarını vakitlerinde kılmayıp, geç bırakanlardır” buyurdu.” (Bezzar)
Ve Resulullah (asm) buyurdular ki: “Namazın ilk vaktinde Allah’ın rızası vardır. Son vaktinde de affı vardır.”
Namaza itiraf eden nefse akli itirazlar
* Namaz kılmak meziyet değil insan olmanın gereğidir. Yani namaz, insanî bir borçtur. Evet, insan ücretini önceden almış ona göre de hizmetle vazifelendirilmiş. Var olmayı, hayatı, göz kulak gibi bütün duyguları Allah insana vermiş ve yeryüzü kadar geniş bir nîmet sofrasını önüne sermiş. Ve hayat, insaniyet ve İslâmiyet ile de kıymet kazandırmış. Bu nîmetlerin borcu hükmündeki namazı terk etmek Allah’ın nîmetlerini bir hırsız gibi yutmak değil de nedir? Acaba hangi insan olan insan bu sıfatı kendisine yakıştırabilir!?
* Öldükten sonra dirileceğine îman eden elbette bilir ki; hakîkî ömrümüz ahiret hayatıdır. Kısacık dünya hayatımıza yirmi üç saati sarfedip, beş farz namaza kâfi gelen bir saati, pek çok uzun olan âhiret hayatımıza sarf etmemek hangi aklın kabulüdür!?
* Bedenin yemek, içmek, nefes almak gibi ihtiyaçlarını üşenmek şurda dursun, zevkle karşılamaktayız. İnsan sadece cisimden ibaret olmadığına göre ruh, kalp ve latifelerimizin gıdası olan namaz neden bize usanç veriyor!?
* İnsanın hakîkî saadeti cennet hayatıdır. Cennetin anahtarı olan ve külfeti çok az ve hoş, güzel ve ulvî bir hizmet olan namaza, günde sadece bir saat ayırmak cennete müştak insana nasıl ağır gelebilir?!
* Dünya işlerinin ağırlıklarına karşı kalbe manevî kuvvet, karanlık kabirde ışık, Mahkeme-i Kübrâ’da kurtuluş senedi ve elbette geçilecek olan sırat köprüsünde Burak olan namaz insana şevk vermiyorsa, ebedî cehennem korkusu da mı gayret vermiyor?!
* Acaba insanın vazifesi nedir? Hayvanlar taifesi gibi sadece dünya için çabalamak mı, yoksa hakîkî bir insan gibi hakîkî ve ebedi bir hayat için çalışmak mı? En lüzumlu işimiz Allah’a kulluk iken hiç ölmeyecekmiş gibi lüzumsuz işlerle vakit geçiriyoruz.
Velhasıl; Namaz Kılmıyorsak Biz Neden Yaşıyoruz!? Kaynak: https://www.sorusorcevapbul.com - Namaz Kılmıyorsak Biz Neden Yaşıyoruz!?
Yazar: Mehlika Yağmur
zeynep küçük "3.4.2012 13:17" tarihinde demiş ki:
*ibadet içinde en büyük namaz... onunla yapılır allaha'a niyaz hem sevabı çoktur,hemde ucuzdur kılmayan huzursuz,hem de nursuzdur *Kur'an-ı kerimde allah emreder:günde beş vakite bir saat yeter... yirmi saatten yanlız birini, hakk'a vermeyene insan denirmi?... *namaz kılanın rahattır canı, devamlı parlar anın imanı...