" Kur'an-ı Kerim "
Henüz yorum yapılmamış.
Tekvir Suresi 15-19. Ayetlerin Tefsiri
"Şimdi yemin ederim o sinenlere , O akıp akıp yuvasına gidenlere, Yöneldiği an geceye, Nefeslendiği an sabaha ki, Kuşkusuz o Kur'an, değerli bir elçinin sözüdür." Tekvir suresindeki bu ayetleri nasıl tefsir edersiniz?
Cevap:
Değerli Kardeşimiz;
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var ki herkes istediği gibi Kur'anı tefsir edemez. Bunun için belli şartlar vardır. Konu hakkında malumat almak için tıklayınız.
"Artık yemîn ederim, (yörüngesini tamamlayıp) geri dönen o yıldızlara; o akıp akıp (gün ışıdığında) gizlenenlere! Kararmaya başladığı zaman, geceye! Nefes aldığı (ağarmaya yüz tuttuğu) vakit, sabaha! Şübhesiz o (Kur’ân), elbette çok şerefli bir elçinin (Cebrâîl’in, vahiyden ibâret) sözüdür!" (Tekvir, 15-19)
Müfessirler Tekvir suresindeki bu ayetlerin tefsirini şu şekilde beyan etmişlerdir:
Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat eserinde:
“Evet, seyyar yıldızlara ve istitar ve intişarlarına (gizlenip ortaya çıkmalarına) işâret eden şu âyet, gāyet âlî (yüksek) bir nakş-ı san‘at ve âlî bir levha-i ibret, nazar-ı temâşâya (seyreden bakışlara) gösteriyor. (...) Şu خُنَّسٌ*[Geri dönenler] كُنَّسٌ [Gizlenenler] ta‘bîr edilen seyyâreleriyle (gezegenleriyle) şu zemînimizi kâinât fezâsında birer gemi, birer tayyâre sûretinde kemâl-i intizâm ile döndüren ve seyr ü seyâhat ettiren Zât’ın haşmet-i rubûbiyetini (terbiye ve idâre ediciliğinin azametini) ve şa‘şaa-i saltanat-ı ulûhiyetini (umûm kâinâta hâkim göz kamaştırıcı ilâhlığını), güneş gibi parlaklığıyla gösteriyorlar. Bak bir saltanatın haşmetine ki, gemileri ve tayyâreleri içinde öyleleri var ki, bin def‘a küre-i arz (dünya) kadar bir cesâmette (büyüklükte) ve bir sâniyede sekiz saat mesâfeyi kat‘ eden (geçen) sür‘attedir! İşte böyle bir Sultâna ubûdiyet ve îmânla intisâb etmek (bağlanmak) ve şu dünyada O’na misâfir olmak, ne kadar âlî bir saâdet, ne derece büyük bir şeref olduğunu kıyâs et!” (Mektûbât, 3. Mektûb, 11)
İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an tefsirinde:
"Geri dönüp gelenlere, aka aka yuvalarına geri dönenlere" bunlar tefsir ehlinin naklettiklerine göre beş parlak gezegendir:
Zuhal (satürn), müş¬teri (Jüpiter), utarid (merkür), merih (mars) ve zühre yıldızlarıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'lır.
Diğer yıldızlar arasında özellikle söz konusu edilmeleri iki şekilde açıklanmıştır.
Birincisine göre; bunlar, güneşe dönüktürler. Bu açıklamayı Bekr b. Abdullah et-Müzeni yapmıştır.
İkincisine göre bunlar, saman yolunu katettikleri için söz konusu edilmişlerdir. Bu açıklamayı da İbn Abbas yapmıştır.
el-Hasen ve Katade dedi ki: Bunlar hem gündüzün, hem de battıkları vakit görünmeyen yıldızlardır. Ali (ra) da böyle demiştir: Bunlar, gündüzün görünmeyen, geceleyin çıkan yıldızlardır. Battıkları vakit de görünmeyen yani gizliliklerinden dolayı gözün göremeyeceği bir halde olup görülemeyen yıldızlardır.
es-Sıkah da şöyle denilmekledir: Bütün yıldızlar demektir. Çünkü bunlar, batışları esnasında saklanırlar. Yahut da gündüzün saklandıkları için onlara böyle denilmiştir.
Sabitler dışında kalan gezegen yıldızlardır, diye de açıklanmıştır.
el-Ferrâ, yüce Allah'ın: "Artık başka söze gerek yok. And ederim geri dönüp gelenlere" buyruğu hakkında şunları söylemektedir: Burada kastedilenler beş gezegendir. Zuhal, müşteri, merih, zühre ve utarid yıldızlarıdır. Çünkü bunlar, akıp gittikleri yerlerinde (yörüngelerinde) saklanır ve gizlenirler.
Bazı ilim adamlarımız da şöyle demiştir: Bu, gecenin ilk vakti girip, karanlığı bastı, demektir. Bulut yere yaklaştığı zaman da böyle (denir). el-Mehdevi dedi ki: "Geri geldiği zaman geceye" karanlığı ile geri gittiği zaman, demektir. İbn Abbas, Mücahid ve başkalarından bu şekilde nakledilmiştir. Yine onlardan, el-Hasen'den ve başkalarından; karanlığı ile geldiği zaman diye açıkladıkları rivayet edilmiştir. Zeyd b. Eşlem: Gitti; diye açıklamıştır, el-Ferra dedi ki: Araplar ondan (geceden) ancak çok az bir kısmı kaldığı takdirde; ile derler.
"Orada" yani semavatta "kendisine itaat edilendir." İbn Abbas dedi ki: Meleklerin Cebrail'e itaatlerinin bir parçası da şudur: Rasûiullah (sav)'ı İsra gecesinde beraberinde alıp götürdüğünde Cebrail (a.s) cennetlerin bekçisi Rıdvan'a: Ona (kapıları) kapat aç, dedi. O da açtı. Peygamber cennetten içeri girdi, içindekileri gördü. Cehennemin bekçisi Malik'e de: Ona cehennemi aç da orayı görsün, dedi. Ona itaat etti ve cehennemin kapısını açtı.
"Oldukça emindir." Getirdiği vahiy hususunda kendisine güvenilendir.
"Elçi" ile kastedilenin Muhammed (asm) olduğunu söyleyenlerin görüşüne göre de anlam şöyle olur:
Risaleti tebliğ hususunda "büyük bir güç sahibedir. "Orada kendisine itaat edilendir." Allah'a itaat eden kimseler ona itaat eder. "Arkadaşınız" Muhammed (asm) "bir deli değildir." Deli değildir ki, söylediği sözler hususunda itham altında bırakılsın. Bu da yeminin cevabındandır.
Bir görüşe göre de Peygamber (asm) Cebrail'i yüce Rabbinin huzurundaki sureti ile görmek istedi. Ancak Cebrail: Bu benim elimde olan bir şey değildir, dedi. Şanı yüce Rab bu hususta ona izin verdi. Ona ufuku büsbütün kapatmış olarak geldi. Peygamber (asm) ona bakınca bayılıp yere düştü. Müşrikler: O bir delidir, deyince: "Şüphe yok ki o çok şerefli bir elçinin sözüdür... Arkadaşınız bir deli değildir" buyrukları indi. Ancak Cebrail'i gerçek sureti üzere görünce, heybeti etkisi altında kalmış ve bünyesinin katlanamayacağı bir halle karşı karşıya kaldığından baygın olarak yere düşmüştü.
Ömer Nasuhi Bilmen'in tefsirinde:
Bu mübarek âyetler de Kur'an-ı Kerim'in yüksek bir makama sahip olan Cibrîl-i Emîn vasıtasiyle Resûl-i Ekrem'e verilen yüce bir söz olduğunu bildiriyor. O Yüce Peygamber'in kendisine isnat edilen Cinnet gibi, sihirbazlık gibi noksanlıklardan uzak olduğunu ve Hz. Cibrîl-i yüksek bir makamda görmüş bulunduğunu haber veriyor. Kur'an-ı Kerim'in takva ehli için bir öğüt olduğunu ve âlemlerin Rabb'inin irâdesine muhalif bir şeyin meydana gelemeyeceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Artık) inkâra imkân yok, (Andolsun geri dönen) yıldız (lara) çekilip toplanan, sinip kaybolan parlak şeylere.
Burada bunlardan maksat, ya Zühal, Müşteri, Merrih, Zühre ve Utarit denilen beş yıldızlardır ki: Gündüzleri kaybolup geceleri doğarlar. Veyahut maksat, bütün yıldızlardır ki: Gündüzleri göze görünmezler, geceleri ise göze görünürler..
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb tefsirinde:
Alimler, yıldızların gizlenip yuvalarına girmeleri hususunda şu üç görüş üzere ihtilaf etmişlerdir:
1) En kuvvetli görüş olan bu görüşe göre, bu, gezegen olan beş yıldızın geri dönmelerine ve istikametlerine bir işarettir. Onların (yörüngelerinde) geri dönmeleri, onların hunnes isimleriyle alakalıdır. Kunnes oluşları ise, onların güneşin ışığı altına gizlenmiş olmaları, görünmemeleri ile alakalıdır. Hiç şüphe yok ki bu, hayranlık verici bir durum olup, bunda hayranlık veren pek büyük sırlar bulunmaktadır.
2) Hz. Ali'den, Atâ'dan, Mukât'den ve Katâde'den rivayet olunduğuna göre, bunlar, bütün yıldızlardır. Onların gizlenmesi hunnes, onların gündüzün, gözlerden nihan olması, gizlenmesi, görünmemesinden ibarettir. Yuvalarına girmesi kunnes ise, geceleyin görülmesinden ibarettir. Yani onlar, tıpkı yuvasındaki vahşi hayvanlar gibi, geceleyin yerlerinde görülürler.
3)Yedi gezegen yıldızın doğuş ve batış yerleri, Cenâb-ı Hakk'ın, "Doğuların ve batıların Rabbine andolsun..."(Mearic, 40) buyurduğu veçhile farklı farklıdır. Şüphesiz ki onların, bir doğuş yeri, bir de batış yerleri vardır ki, bunlar, bize en yakın doğuş ve batış yerleridir. Sonra yıldızlar, bütün sene boyunca, o doğuş yerinden başka bir doğuş yerine doğru uzaklaşmaya başlarlar... Sonra, yeniden oraya dönerler. İşte onun gizlenmesi (el-hunnes), o ilk doğuşun yerinden uzaklaşmasından ibarettir. Yuvalarına dönmesi (kunnes) ise, yeniden oraya dönmelerinden ibarettir. İşte bu, muhtemel bir izahtır. Birinci görüşe göre, yemin, beş gezegen yıldıza edilmiş olur. İkincisine göre, bütün yıldızlara edilmiş olur. Zikrettiğim bu son görüşe göre de, yedi gezegen yıldıza yemin edilmiş olur. Allah, neyi murad ettiğini daha iyi bilir.
İkinci Görüş: İbn Mes'ûd ve en-Nehâinin olan bu görüşe göre, el-Hunnes el-Cevârî el-Kunnes, vahşi sığırlardır.
Said ibn Cübeyr ise, bunların, aslanlar olduğunu söylemiştir. Buna göre el-hunnes, bunda gizli ve saklı kalan şey olup, bu da, burunlarda bulunan derinlik, derin oluş yüzün gerisinde bulunma halidir. Çünkü sığır ve ceylanların burunları böyledir. Kunnes ise, kelimesinin çoğulu olup, yuvasına giren demektir. Muteber görüş birincisidir.
Şu iki şey de buna delalet eder:
1) Cenâb-ı Hak bundan sonra, "Karanlığa yöneldiği dem geceye..." (Tekvir, 17) buyurmuştur. Bu durum ise, vahşi sığırdan daha ziyade yıldızlarla alakalı olmaya daha münasiptir.
2) Allah Teâlâ'nın kendisine kasem ettiği şeyin mahallinin daha büyük ve yüce olmasının, daha uygun olacağıdır. Yıldızların vahşi sığırlardan daha yüce ve muazzam olduklarında ise şüphe yoktur! Üçüncü bir izaha göre el hunnes, el-humûs kelimesinden gelen (el-hânisu) kelimesinin çoğuludur. Yahut da kelimesinin çoğuludur. Bu da, hans kökünden olur. Bu kök de, fiilinin köküdür. Halbuki, şedde ile el-hunnes, ancak, bu kelime vahşi hayvanlar hakkında kullanıldığında söylenilir. Bu durumda bu kelime yine humus kökünden olur ki, humus kelimesi de, vahşi hayvanların gözlerinden kaybolup, kendi yuvalarına girmesi ve saklanmaları demektir.
Allah'a emanet olunuz. Kaynak: https://www.sorusorcevapbul.com - Tekvir Suresi 15-19. Ayetlerin Tefsiri